Çevresel koşullarda yaşanan değişimler insanlık tarihi boyunca göç hareketini tetikleyen ve şekillendiren önemli bir faktör olmuştur. Yaşanan çevresel değişim neticesinde kişilerin yaşam alanlarını bireysel veya toplu olarak, zorunlu yahut isteğe bağlı şekilde terk etmeleri süregelen bir olgudur. Ancak günümüzde, iklim değişikliğinin aniden veya zamanla tetiklediği çevresel felaketler nedeniyle yaşanan göç hareketi sistematik bir hal alma eğilimine girmiş ve hayati bir önem kazanmıştır. Çevresel felaketler nedeniyle yaşanan zorunlu insan hareketliliğinin görünüm çeşitliliği, kavramsal açıdan bir tanımlamanın yapılması gerekliliğini ortaya çıkartmaktadır. Öte yandan bu kişilerin nasıl bir hukuki korumadan faydalanabileceği sorusunun da cevabı bulunmalıdır. Kamu hukuku doktora tezi olan bu çalışmada, afetler nedeniyle yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan göç mağdurları çevresel yerinden olan(lar) olarak nitelendirilmiştir. Ardından ulus üstü düzeyde öngörülen mevcut koruma rejimlerinin bu kişiler için yeterli ve elverişli bir hukuki koruma sağlamaktan uzak olduğu tespit edilmiştir. Hayatta kalma kaygısıyla gerçekleşen ve yakın gelecekte yüz milyonlarca insana ulaşması öngörülen zorunlu göç senaryolarına karşı hak ve ihtiyaç temelli bir yaklaşımla yeni ve küresel bir koruma rejiminin oluşturulması önerisi ortaya konmuştur. Yerinden olmanın sonuçlarıyla mücadele etmenin yanı sıra çevresel zorunlu göç hareketini önleme hedefinin bir ürünü olarak sunulan bu yeni koruma rejimi önerisi, çevre hakkına özel bir vurgu yapmaktadır. Rejimin etkililiğinin sağlanabilmesi için de kurumsal, finansal ve denetimsel yapılara yönelik öneriler geliştirilmiştir. Son olarak, küresel koruma rejimi önerisinin Türkiye'deki iklim değişikliği, afet ve göç yönetimine ve ilgili hukuk düzenine olası etkilerine değinilmiştir. 21. yüzyılın en büyük ekolojik, insani, güvenlik ve sürdürülebilirlik krizi olarak beliren çevresel zorunlu göçler karşısında mevcut hukuksal boşluğu doldurma konusunda Devletlerin ağırlıklı isteksizliği, bugün çözüm önerilerini ütopyalar haline getirebilmektedir. Ancak bu yaşamsal krizin etki ve sonuçlarından hiç bir toplum azade değildir. Dolayısıyla ortaya konan çözümlerin hayat bulması aslında imkansız değildir ve belki de beklenenden yakındır.